TR
  • English
  • Türkçe
  • русский язык
  • українська
  • Deutsch
  • العربية
  • Français
  • 中文 (Zhōngwén), 汉语, 漢語
  • español, castellano
  • فارسی
  • gör

    Şanlıurfa

    12.000 yıl öncesine ışınlandığınızı ve insanlığın geçirdiği tüm gelişimi adım adım yaşadığınızı düşünün. Tanıyacağınız onlarca dini, kültürü, medeniyeti, edineceğiniz deneyimi hayal edin. Eğer Şanlıurfa’daysanız, bir zaman makineniz olmasa da, bu mümkün.

    Şanlıurfa’da insanlık tarihinin ne kadar eskiye gittiği bilinmiyor. Zira bildiğimiz, öğrendiğimiz her şey, yeni bir keşif ile değişip daha da eskiye gidiyor. Efsanelere göre Şanlıurfa’nın hikayesi Adem ile Havva’nın yeryüzüne inmesi ile başlıyor. Cennetten gelirken yanlarında getirdikleri buğday tanesini Harran ovasına eken Adem ile Havva, burada ilk kez tarımı ve dolayısıyla medeniyeti de başlatmış oluyor.

    İlklerin, en eskilerin, en önemlilerin şehri olan Şanlıurfa, attığınız her adımda sizi bildiklerinizi sorgulamaya, yeniden düşünmeye ve yeniden öğrenmeye itiyor. Dünyanın inançla ilgili en eski anıtsal yapılarının, eski heykelini, en eski mozaiğini görmek, ilk üniversitesinin hikayesini ve buradan dünyaya yayılan keşifleri öğrenmek, pek çok din açısından kutsal kabul edilen bir şehrin mistik havasında kendi iç dünyanızda bir yolculuğa çıkmak isterseniz, Şanlıurfa’yı mutlaka görmelisiniz.

    Göbeklitepe

    Dünyanın bilinen inançla ilgili en eski anıtsal yapısı olan Göbeklitepe’nin keşfi tarih öncesi atalarımız olan avcı toplayıcılara dair bugüne kadar bildiklerimizi alt üst etti. Biz onları bir yerden bir yere göç eden, avlayacak hayvan ve toplayacak bitki bulduğu sürece aynı yerde kalan, oldukça ilkel ve küçük topluluklar halinde yaşayan insan grupları olarak biliyorduk. Fakat M.Ö. 9600 yıllarına tarihlenen Göbeklitepe onların hiç de sandığımız kadar ilkel olmadıklarını ortaya koydu. Toplumsal bir örgütlenme gerçekleştirmiş, bir inanç / amaç uğruna bir araya gelebilmişler, madenlerin, tarımın, mühendisliğin ve yazının olmadığı bir dönemde üzerinde muhteşem bir işçilikle yapılmış hayvan kabartmalarının olduğu ve ağırlıkları 15 tona ulaşan Göbeklitepe T sütunlarını dikip kendilerine bir kült / toplanma merkezi yapabilmişlerdi.

    Bir yerleşim alanı olmayıp yalnızca ritüel amaçlara hizmet eden Göbeklitepe’de birden çok yuvarlak yapı bulunur. Günümüze kadar 6 tanesi gün yüzüne çıkarılan bu yapılar,  boyları 6 metreyi bulan T biçimli sütunlar üzerinde yükselmekte olup biçimleri birbirine benzemektedir. Henüz toprak altından çıkarılmamış ancak varlığı tespit edilmiş diğer yapılar da göz önüne alındığında, bu bölgenin Neolitik Çağ’ın inanç merkezi olduğu akla gelmektedir. Bu yönüyle de yalnızca dünyanın en eski değil, aynı zamanda çağına göre en büyük inanç merkezi olarak kabul edilebilir.

    O dönemde hiçbir madeni alet olmadığından bu yapıları oluşturan sütunların tamamının, daha sert olan çakmaktaşı (silex) ile işlendiği ve üzerlerine bazıları da üç boyutlu olarak tasvir edilen hayvan şekilleri ve resimler kazındığı düşünülüyor. Bunlar dünyanın en eski heykelleri ve dolayısıyla insanlığın da en eski sanatsal ürünleri sayılıyor.

    Göbeklitepe, 2018 yılında dünya kültür mirası listesine dahil edilerek Türkiye’nin 18. UNESCO Dünya Kültür Miras Alanı olmuştur. 12.000 yıllık bu ilginç geçmişe dair daha pek çok şeyi öğrenebilmeniz ve inancın gücünü hissedebilmeniz için Göbeklitepe sizi bekliyor.

    Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi

    Şanlıurfa müze kompleksi Türkiye’nin en büyük müze kompleksidir. Kompleksin içinde Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi, Haleplibahçe Mozaik Müzesi, Arkeopark, Roma Hamamı ve Sakıp’ın Köşkü bulunur. Fırat Nehri üzerinde yapılan barajlar nedeniyle bölgede 1960’lardan beri yoğun kurtarma kazıları yürütüldüğü için Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi buluntu açısından Türkiye’nin en zengin müzelerinden biridir. Müzede tarihöncesi devirlerden başlayıp günümüze kadar gelen kronolojik bir konsept içinde tasarlanmış salonlarda saatlerce gezebilirsiniz. Şanlıurfa ve çevresinde bulunmuş sayısız arkeolojik eserin yanında dünyanın en eski (M.Ö. 9300 - 8700) gerçekçi  heykeli olarak kabul edilen Şanlıurfa Adamı Heykeli ve Göbeklitepe D tapınağının bir kopyası bu müzede sergilenmektedir. Öte yandan Nevali Çori kült alanı olduğu gibi bu müzeye taşınmıştır. Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi’nin hemen yanında bulunan Haleplibahçe Mozaik Müzesi ise mitolojide sıkça adlarından bahsedilen Amazon kadınlarının tasvir edildiği muhteşem av sahnesi mozaikleri ve Orfeus (Orpheus) mozaiği ile meşhurdur.

    Halil ür-Rahman Gölü(Balıklıgöl)

    Şüphesiz Şanlıurfa’nın en ilgi çeken yerlerinden biri Balıklıgöl adıyla da anılan Halil ür-Rahman Gölü’dür. Balıklıgöl kompleksi içinde Halil-ür Rahman ve Ayn Zeliha gölleri, bu iki gölü bağlayan kanallar, tarihi cami ve medreseler bulunur. Balıklıgöl Şanlıurfa’nın en serin, en yeşil, en sulak bölgesidir. Aynı zamanda mistik ve ruhani bir atmosferi vardır. Halil-ür Rahman Gölü’ndeki balıklar kutsal kabul edilir, halk tarafından saygı gösterilir ve yenmez. Zira rivayete göre; zalim hükümdar Nemrud’un erkek çocukları kılıçtan geçirip öldürmesi sebebiyle annesi Hz. İbrahim’i şu anki gölün yakınlarındaki bir mağarada gizlice doğurur. Akabinde İbrahim Peygamber kimi zaman annesi, kimi zaman da ceylanlarca beslenip büyütülür. Daha sonra tek tanrı inancını halka anlatmaya başlayan İbrahim Peygamber, Nemrud ve puta tapanlarla çetin bir mücadeleye girer. Tapınaktaki putları kırıp parçalaması neticesinde Nemrud, İbrahim Peygamberi ibretlik bir ceza olması için büyük bir odun yığınında yakmak ister. İbrahim Peygamber ateş üzerine düşer düşmez, ateşin yerinde berrak bir göl belirir. Yanan odunlar ise balığa dönüşür. İşte bu göle bugün Balıklıgöl diyoruz, balıklar da odunların dönüştüğüne inanılan balıklardır.

    Nemrud’un kızı Zeliha da, bu olanlar karşısında İbrahim Peygamber’in Rabbine iman ettiğini dile getirince Nemrud kızını da ateşe atar. Bu sebeple halk tarafından Balıklıgöl’ün hemen yanındaki küçük gölet de Ayn-ı Zeliha adıyla anılmaktadır.

    Balıklıgöl kompleksinin hemen güneyinde bütün heybetiyle Şanlıurfa Kalesi yükselir.

    Şanlıurfa Kalesi

    Şanlıurfa Kalesi’nin M.Ö. 10.000 yıllarına ait neolitik bir yerleşim üzerine inşa edildiği düşünülmektedir. Kale ile ilgili en eski yazılı kaynaklar 11. yüzyıla aittir. Kalenin M.S. 812-814 yıllarında Abbasiler Dönemi’nde yapıldığı düşünülmektedir.

    Edessa Kralı 9. Manu M.S. 240-242 yıllarında kalenin tepesine korinth tarzı iki adet anıt sütun diktirmiştir. Yörede bu iki sütunun Hz. İbrahim efsanesinde geçen mancınığın ayakları olduğu şeklinde bir inanış da  vardır. Sütunların yüksekliği 17,25 metre olup, doğudaki sütun üzerinde Süryanice bir yazıt yer alır. Yazıtta “Ben askeri komutan BARŞAMAŞ (Güneş’in oğlu) oğlu AFTUHA. Bu sütunu ve üzerindeki heykeli veliaht prens MANU kızı, kral MANU eşi, hanımefendim ve velinimetim kraliçe Şalmeth için diktirdim” yazılıdır.

    Kalenin tepesine çıkıldığında Balıklıgöl, Şanlıurfa Müze Kompleksi ve eski Şanlıurfa’yı görebileceğiniz muhteşem bir manzara sizi bekler. Kalenin batı eteklerinde ise çoğu Edessa Krallığı ve Roma Dönemi’ne tarihlenen kaya mezarları bulunur.

    Kızılkoyun Nekropolü

    Yakın zamana kadar Şanlıurfa halkının konut olarak kullandığı bu mağaralar Şanlıurfa Müze Kompleksi’nin doğusunda yer alan Tılfındır Tepesi yamacı boyunca sıralanır. Şehrin tarihi dokusunu meydana çıkarmak üzere Kızılkoyun mevkiinde yapılan çalışmalarda bölgedeki evler yıkılmış ve Edessa kentinin nekropolü açığa çıkarılmıştır. Yıkılan evlerin yaslandığı tepenin yamacında bulunan ve bu evlerin bir zamanlar mahzeni ve kileri olarak kullanıldığı anlaşılan 72 adet kaya mezarı bulunmuştur. Kaya mezar odaları, kişinin kendisi, eşi, çocukları ve mirasçıları için yapılmıştır.

    2012 yılında arkeolojik sit alanı olarak ilan edilen Kızılkoyun nekropolü, mezar büyüklükleri ve süslemeleri bakımından oldukça zengindir. Alanda pagan ve erken Hristiyanlık dönemine ait kabartmalı, süslemeli, lahit ve heykel mezar örnekleri yer almaktadır. Bu mezarların bazılarının tabanı mozaik kaplıdır. Bu mozaikler Roma, Oshroene (Edessa) Krallığı ve Bizans dönemlerine tarihlenmektedir. Kaya mezarlarının birinin içinde 2 adet Roma dönemi heykeli ve 1 adet kireç taşı lahit bulunmuştur. Ana mezarın sağında ve solunda yer alan 1.85 cm. uzunluğundaki heykellerin M.S.3-4. yüzyıla ait Roma dönemi asker heykelleri olduğu ve mezarın korunması amacıyla yapılmış olabileceği düşünülmektedir. Bilimsel belgeleme çalışmalarının ardından lahit ve heykelleri yeni mekânları olan Şanlıurfa Müzesi’ne taşınmışlardır.

    Soğmatar Antik Kenti

    Şanlıurfa’da birçok din ve inanış örnekleri tarihi düzlem içerisinde bir arada görülebilir. Bunlardan biri de Paganlık için olduğu kadar Hristiyanlık ve Musevilik açısından da önemli olan Soğmatar’dır. Soğmatar, onlarca kaya mezarı, gizli bir ibadet yeri olan Pognon mağarası, höyüğü, merkezi ‘Kutsal Tepe’ ve etraftaki tepelerde bulunan yapı kalıntıları ile son derece gizemli bir yerdir.

    Soğmatar Kült Merkezi’nin Güneş, Ay, Yıldız ve Gezegen tanrılarına tapınmak için MS 2. yy’da yapıldığı düşünülmektedir. Bu dinin baş tanrısı Mare-Lahe’yi (Tanrıların Efendisi) temsil eden açık hava mabedi, yani Kutsal Tepe, Soğmatar’ın yerleşim düzeninin merkezini oluşturur. Tepenin üzerinde Soğmatar Kalesi bulunur.

    Kutsal Tepe’nin çevresindeki tepelerde yer alan dairesel 7 yapı kalıntısının önceleri Güneş, Ay, Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs ve Merkür tanrılarını temsil ettiği düşünülmüş daha sonra yapılan araştırmalarda buraların bir mezar anıtı ve kutsal alan olduğu anlaşılmıştır. Kutsal Tepe’ye çıkan Soğmatar’lı Paganlar’ın bu tapınaklara yönelerek ibadet ettikleri düşünülmektedir.

    Soğmatar’ı benzersiz kılan, alışılagelmişin aksine mezar taşlarına, heykellerin kaidelerine veya eserlerin kapılarının üstüne değil de Kutsal Tepe'nin zirvesinde bulunan kaya yüzeyine oyulmuş olan Süryanice yazılardır. Bu yazılar, bazı önemli kişilerin Marelahe adına bu tepeye diktirdikleri anıt sütunlar ve sunakları anlatmaktadır. Kutsal Tepe'nin kuzey yamacının zirveye yakın kısmında, kayaya oyulmuş insan şeklinde iki adet tanrı kabartması bulunur. Bunlardan sağ tarafta olanı 1.10 metre boyunda bir erkek figürüdür. Dizlerine kadar inen bir elbise giymiş, ayakta durur vaziyetteki bu figürün başının arkasında güneşi sembolize eden istiridye biçiminde bir şekil bulunur.

    Soğmatar’ın 11 km kuzeyinde yer alan Büyük Senem Mığar Köyü’ndeki mimari kalıntılar ve Kapadokya’daki gibi kayaya oyulmuş evler, bölgenin Hristiyanlığın ilk dönemlerinde de önemli bir merkez olduğunu gösterir.

    Bölgede ayrıca, Hz. Musa'nın burada çiftçilik yaptığına ve köy içerisindeki kuyulardan birinin Hz. Musa'nın mucizevi asası tarafından açıldığına inanılır.

    Fırfırlı Cami (On İki Havari Kilisesi Aziz Havariler Kilisesi)

    Kesme taştan, üç nefli bazilika plan düzeninde yapılan ve Oniki Havari Kilisesi olarak da inşa edilen yapı, Osmanlı Dönemi’nde bu yapı civarında yer alan bir su kuyusu üzerinde bulunan rüzgârgülü sebebiyle halk arasında “Fırfırlı Kilise” olarak isimlendirilmiştir. Yapının batı cephesi ile köşe kulelerinde son derece güzel bir taş işçiliği görülmektedir. Yapının dikkat çeken yönlerinden birisi de yarım sütunlar ile dış cephelerdeki taş duvarda bulunan bezemelerdir.

    Kaynaklara göre Hristiyanlık açısından büyük önem taşıyan ve Van bölgesindeki Varak Manastırı’nda bulunan “Varak Haçı” 1092 yılında Şanlıurfa’ya getirilerek bu kiliseye konulmuştur. Yapı, 1956 yılında restore edilerek cami olarak işlevlendirilmiştir. Günümüzde İyad bin Ganem Cami olarak hizmet vermektedir.

    Selahaddin Eyyubi Cami (Aziz Johannes Prodromos Addai Kilisesi)

    Dönemi itibariyle bölgedeki en büyük kilise olması dolayısıyla katedral olarak da adlandırılan kilisenin, 457 yılında Piskopos Nona tarafından yaptırılan Vaftizci Yahya Kilisesi'nin kalıntıları üzerine 19.yüzyıl başlarında inşa edildiği tahmin edilmektedir. Uzunca bir zaman atıl kalmasının ardından 1993’te restorasyonu yapılıp cami olarak ibadete açılmıştır. Caminin girişi batı yönünde olup son cemaat yeri de daha önceki kilisenin narteksinden (giriş bölümü) yararlanılarak yapılmıştır. İbadet mekânı oldukça geniş ölçüde pencerelerle aydınlatılmıştır. Yapı üzerindeki pencerelerin kenarlarında kiliseden kalan yarım sütunlar ve birbirlerine dolanmış ejder kabartmaları bulunmaktadır. Daha önce Selahaddin Eyyubi tarafından alanda bir cami yaptırıldığı bilindiğinden dolayı  yapı harap bir haldeyken restore edilerek camiye dönüştürüldüğünde bu isimle anılmıştır.

    Reji Kilisesi (Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi)

    Hz. İsa’nın iki havarisinin adına inşa edilen yapı, 6. yüzyıla ait bir kilise kalıntısının üzerine, 1861 yılında inşa edilmiştir. Kilise, Süryanilerin Halep’e göç edişlerine kadar aktif olarak kullanılmıştır. Yapı, Tekel İdaresi tarafından bir süre tütün fabrikası sonra üzüm deposu olarak kullanılır. Kilise, halk tarafından tekel kelimesinin Fransızca karşılığı olan Regie (Reji)’den dolayı “Reji Kilisesi” olarak isimlendirilmiştir. Kiliseden çıkarılan yazılı mezar taşları Şanlıurfa Müzesi’ne gönderilmiştir. 1992 yılında Şanlıurfa Valiliği’nce  restore edilerek kültür merkezi olarak işlevlendirilmiştir.

    Deyr Yakub (Yakub Manastırı)

    Halk arasında “Nemrud’un Tahtı” ya da “Cin Değirmeni” olarak da adlandırılan Deyr-i Yakub (Yakub Manastırı), merkeze 10 km. uzaklıkta, güneydeki dağların üzerinde yer alır. Halk arasında buranın Hz. İbrahim Peygamber’in mücadele ettiği zalim Kral Nemrud’un sayfiye yeri olduğuna inanılır. Manastırın kuzeybatısında yer alan anıt mezarda bir kitabe yer alır. Bu kitabenin ilk satırı eski Yunanca, ikincisi satırı Palmyra Süryanicesi ile yazılmıştır. Yazıt, muhtemelen 2. yüzyılın sonuna veya 3. yüzyılın başlarına aittir. Manastırın da bu tarihlerde yaptırıldığı tahmin edilmektedir.

    Ulu Cami ve Hz. İsa Kuyusu

    İnşa kitabesi bulunmayan ve bu nedenle yapımına ait net bilgiler edinilemeyen Cami, "Kızıl Kilise" olarak adlandırılan eski bir kilise kalıntısının bulunduğu alana inşa edilmiştir. Eski yapıya ait avlu duvarları, sütunlar, sütun başlıkları ve çan kulesi halen mevcuttur. Payeler üzerine oturan ve her biri çapraz tonozlarla örülü on dört sivri kemerle avluya açılan son cemaat yeri Anadolu'da ilk kez Şanlıurfa Ulu Cami'nde uygulanmıştır.

    Caminin harim kısmında bir kuyu yer alır. Bazı kaynaklara göre; Edessa (Şanlıurfa) Kralı V. Abgar ilk Hristiyan kraldır. Efsaneye göre, Hz. İsa’nın yüzünü yıkadıktan sonra kendisine uzatılan bir mendili yüzüne değdirip yüzünün kopyası mendile çıkmıştır. Hannan, Hz. İsa’nın Şanlıurfa’yı kutsadığını belirtir bir mektupla birlikte mendili de alıp geri döner. V. Abgar bu mendil sayesinde cüzzamdan kurtulur.

    Kızılkoyun Nekropolü

    Kızılkoyun Nekropolü, Balıklı Göl, ve Haleplibahçe yakınlarında yer alan Tılfındır Tepesi yamaçlarında kurulmuştur. Antik dönem kültürlerinin Edessa kent merkezinde yer alan en önemli kalıntılarından biridir. Kazılar sonucu ortaya çıkan 61 kaya mezarı MS 2. ve 4 yüzyıllar arasına tarihlendirilmektedir.

    Kale Eteği Nekropolü

    Urfa Kalesinin batısında yer alır. Antik Edessa Nekropolünde; şimdiye kadar 76 adet Geç Roma Dönemi kaya mezar odaları gün yüzüne çıkarılmış ve turizme kazandırılmıştır. Kale Eteği Nekropolü M.S. 2-6. yy’lara tarihlendirmektedir.

    Kaya mezar odaları; kare ve dikdörtgen planlı olup, üç kenarında ölülerin üzerine yatırıldıkları kemerli nişler bulunmaktadır. Bazı kaya mezar odalarının tabanında mozaikler ve freskler yer almaktadır.

    Çarmelik Kervansarayı Kırsal Yaşam ve Tarım Müzesi, Çiftçi Eğitim Merkezi

    Bozova ilçesinin güneyinde Büyükhan Köyü’nde yer alır. Osmanlı dönemine ait olduğu tahmin edilmektedir.

    Yapı karma tipteki hanların anıtsal bir örneğidir. Bu önemli kültür mirası 2014-2015 yılında restore edilmiş ve “Çarmelik Kırsal Yaşam ve Tarım Müzesi, Çiftçi Eğitim Merkezi” olarak hizmete açılmıştır.

    Müzede eski traktörler, tarım aletleri, eski ev araç ve gereçleri, el dokuma kilimleri gibi yüzlerce eser bulunur. Aynı zamanda, çiftçilere yıllın belirli dönemlerinde eğitimler verilmektedir.

    Kent Müzesi (Mahmudoğlu Kulesi)

    Mahmudoğlu Kulesi, Beykapısı mevkiinde 1122-1123 tarihlerinde Haçlı Kontluğu Dönemi’nde inşa edilmiştir. Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde kapı ağalığı Mahmudoğlu ailesine verildiğinden onların ismiyle tanınmıştır.

    Yapı 2014 yılından bu yana Kent Müzesi olarak hizmet vermektedir. Müzede Şanlıurfa’nın tarihi, coğrafi, arkeoloji, inanç, kültürel, sosyal, ekonomik, ticari, ulaşım, sağlık, mimari, spor, idari yapı ve turistik yapısına ilişkin bilgi ve belgelerin yanı sıra görsel sunum ve animasyonlar da yer almaktadır.

    Mutfak Müzesi (Hacıbanlar Evi)

    Urfa konut mimarisinin güzel örneklerinden olan tarihi Hacıbanlar evi, Ulu Camii’nin güneyinde Hacıban Sokağı’nda yer alır. Şanlıurfa mutfak kültürünü, ülkemize ve dünyaya tanıtmak amacıyla yapılan Mutfak Müzesi’nde, Şanlıurfa’ya özgü yemek çeşitleri, mutfaklarda kullanılan araç gereçleri, eskiden kalan sofra düzenini tanıtmak ve sergilemek hedeflenmiştir. Ülkemizde gastronomi alanında açılan 9 müzeden biri olan Mutfak Müzesi’nde, yılın belirli dönemlerinde yemek kurslarına katılabilirsiniz.

    Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezi (Aziz Petrus ve Aziz Paulus Kilisesi)

    Aziz Petrus ve Aziz Paulus’a adanan Kilise 6. yüzyıla ait bir kilise kalıntısının üzerine, 1861 yılında inşa edilmiştir. Yapı, 1924 yılına kadar ibadethane olarak kullanılmıştır. 1924 yılında Tekel İdaresi tarafından önce tütün fabrikası sonra üzüm deposu olarak kullanılmıştır. Kilise 1998 yılında restore edilerek 2002 yılında “Vali Kemalettin Gazezoğlu Kültür Merkezi” olarak hizmete girmiştir ve bugün hala çeşitli sosyal etkinlikler için kullanılmaktadır.

    İbrahim Tatlıses Müzik Müzesi

    Müzik Müzesi, Harran Kapı’nın bitişiğinde tescilli bir yapı olan Hacı Lütfullah Camii’nin karşısında yer almaktadır. “Yasin’in Kahvesi” adıyla yöre esnafına ve tüccarlarına hizmet eden ve Urfa kültüründe bir buluşma noktası olan bu yapı Urfa’nın ve müziğinin tanınmasında faydalı rol oynamaktadır.